AYM'den Barış İçin Akademisyenler Bildirisini paylaşan öğretmen kararı
Anayasa Mahkemesi Barış İçin Akademisyenler Bildirisini sosyal medya hesabından paylaşan öğretmene verilen cezayı uygun buldu.
Anayasa Mahkemesi, başvurucunun hizmet dışında gerçekleştirdiği eylemiyle tabi olduğu devlet memurluğu statüsünün sağladığı itibar ve güvene aykırı davranarak kamu görevlisinin hakkında disiplin cezasına hükmedilmesini gerektirecek davranışlardan kaçınma yükümlülüğünün gereklerini yerine getirmediği, bu itibarla uygulanan disiplin cezasının zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği sonucuna ulaşmıştır.
Hiç şüphesiz disiplin cezaları memurların kariyerleri üzerinde bir tesir bıraktığı gibi kanunlarda yazılı hâllerde memur statüsünün sona ermesine de neden olabilir. Somut olayda ise başvurucunun eyleminin niteliği gözetildiğinde görece hafif bir disiplin cezası olan kınama cezası ile cezalandırıldığı anlaşıldığından müdahalenin orantısız olmadığı değerlendirilmiştir.
Açıklanan gerekçelerle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu ve Anayasa'nın 26. maddesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Somut olay 11/1/2016 tarihinde 1.128 akademisyenin imzasıyla hazırlanan "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi" veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi" olarak adlandırılan bildiri etrafında şekillenmiştir. Anılan bildiri 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye'nin doğusunda ve güneydoğusunda terör örgütü PKK tarafından gerçekleştirilen ve hendek olayları olarak da bilinen terör eylemlerine karşı yürütülen operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısına ilişkindir
Bildirinin tam metni şöyledir:
"Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!
Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.
Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz."
Somut olayda idare, söz konusu bildiriyi sosyal medya hesabından paylaşan başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Başvurucu; ifadesinde, paylaşımının üstlendiği kamu göreviyle bir ilgisi bulunmadığını, bildirinin hükûmet politikalarının eleştirilmesine ilişkin olduğunu, bildiriyi imzalayan akademisyenlerle aynı kaygıları taşıdığından bildiriyi paylaştığını, paylaşımının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirtmiştir.
Soruşturma neticesinde başvurucunun terörle mücadeleye karşı hazırlanan bildiriye destek verdiği iddiasının sübuta erdiği belirtilerek söz konusu eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendi uyarınca "hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi devlet memurlarının sadakat ve tarafsızlık yükümlülüğü altında olduğunu, bu bağlamda siyasi ve ideolojik amaçlı beyan ve eylemde bulunamayacağını belirtmiştir. Nihayetinde başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçlerinin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu illerinde PKK terör örgütüne karşı başlattığı mücadeleyikatliam,kıyım ve saldırı olarak nitelendirmek suretiyle hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak davranışlarda bulunduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar, istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
GENEL KURUL |
KARAR |
GÜLHAN ŞİMŞEK BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2019/655) |
Karar Tarihi: 28/3/2024 |
R.G. Tarih ve Sayı: 11/6/2024-32573 |
GENEL KURUL |
KARAR |
Başkanvekili |
: |
Kadir ÖZKAYA |
Başkanvekili |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
Basri BAĞCI |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Kenan YAŞAR |
|
|
Muhterem İNCE |
|
|
Yılmaz AKÇİL |
Raportör |
: |
Ali Erdem ŞAHİN |
Başvurucu |
: |
Gülhan ŞİMŞEK |
Vekili |
: |
Av. Bedia BORAN BULUT |
- BAŞVURUNUN KONUSU
- Başvuru, kamu görevlisinin sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşım nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
- BAŞVURU SÜRECİ
- Başvurucu, nihai kararı 7/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir
- Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
- Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
- Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Ankara'da bir lisede felsefe öğretmeni olarak görev yapmaktadır.
- Somut olay 11/1/2016 tarihinde 1.128 akademisyenin imzasıyla hazırlanan "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi" veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi" olarak adlandırılan bildiri etrafında şekillenmiştir. Anılan bildiri 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye'nin doğusunda ve güneydoğusunda terör örgütü PKK tarafından gerçekleştirilen vehendek olaylarıolarak da bilinen terör eylemlerine karşı yürütülen operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısına ilişkindir (hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13; bildiriye ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 10-13).
- Bildirinin tam metni şöyledir:
"Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!
Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.
Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.
Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.
Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.
Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz."
- Somut olayda idare, söz konusu bildiriyi sosyal medya hesabından paylaşan başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Başvurucu; ifadesinde, paylaşımının üstlendiği kamu göreviyle bir ilgisi bulunmadığını, bildirinin hükûmet politikalarının eleştirilmesine ilişkin olduğunu, bildiriyi imzalayan akademisyenlerle aynı kaygıları taşıdığından bildiriyi paylaştığını, paylaşımının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirtmiştir.
- Soruşturma neticesinde başvurucunun terörle mücadeleye karşı hazırlanan bildiriye destek verdiği iddiasının sübuta erdiği belirtilerek söz konusu eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendi uyarınca "hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
- Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi devlet memurlarının sadakat ve tarafsızlık yükümlülüğü altında olduğunu, bu bağlamda siyasi ve ideolojik amaçlı beyan ve eylemde bulunamayacağını belirtmiştir. Nihayetinde başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçlerinin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu illerinde PKK terör örgütüne karşı başlattığı mücadeleyikatliam,kıyım ve saldırı olarak nitelendirmek suretiyle hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak davranışlarda bulunduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar, istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir.
- İLGİLİ HUKUK
- Ulusal Hukuk
- 657 sayılı Kanun'un "Tarafsızlık ve devlete bağlılık" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:
"Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.
Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler."
- 657 sayılı Kanun’un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
…
B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.
Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:
…
- d) Hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışta bulunmak."
- Uluslararası Hukuk
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu, bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 10. ve 11. maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54;Vogt/Almanya[BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005).
- AİHM, kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğü hususunda söz konusu devlete özgü durumların dikkate alınabileceğini kabul ettiği gibi memurun görevinin niteliğinin de gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Komünist Partinin eylemlerine aktif olarak katılan bir öğretmenin aldığı disiplin cezasına ilişkin olarak yapılan başvuruda verdiği kararda, öğretmenlerin öğrencileri yönünden bir otoriteyi temsil ettiği gerçeği karşısında iş yaşamları dışında da belli bir dereceye kadar ödev ve sorumluluklarının devam edeceğini kabul etmiştir (Vogt/Almanya, §§ 59, 60).
- Aynı şekilde AİHMMahi/Belçika(B. No: 57462/19, 3/9/2020, § 32) kararında, öğretmenin öğrencileri üzerinde bir otorite figürü olmasından hareketle meslek hayatında tabi olduğu ödev ve yükümlülükleri belirli bir dereceye kadar okul dışında devam ettirmesinin gerekli olduğunu da değerlendirmiştir (Mahi/Belçika, § 28). Anılan kararda AİHM, Charlie Hebdo saldırısından sonra, öğretmen olarak görev yaptığı okulda çıkan olaylardan sorumlu olduğuna dair bazı medya kuruluşlarının yaptığı haberlere yayımladığı bir mektupla cevap veren başvurucunun söz konusu mektupta ayrımcı ve şiddeti meşrulaştıran nitelikte ifadeler kullanması nedeniyle görev yerinin değiştirilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini incelemiştir. Anılan kararda; ifade açıklamasının sözel iletişime dayanmadığını, spontane bir tepkinin sonucu olmadığını, aksine geniş çapta kamuya açıklanmış ve bu nedenle herkesin erişebileceği yazılı iddialar olduğunu, ifade açıklamasının başvurucuya yüklenen sağduyu/ihtiyat yükümlülüğüne zamanlama itibarıyla aykırı görülmesinin meşru olduğunu, başvurucunun yorumlarının öğrencileri üzerindeki potansiyel etkisini de gözönüne alarak başvurucunun başka bir kuruma atanmasının orantısız olmadığına karar vermiştir (Mahi/Belçika, §§ 34, 36, 37).
- İNCELEME VE GEREKÇE
- Anayasa Mahkemesinin 28/3/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
- Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
- Başvurucu; yaptığı sosyal medya paylaşımının ülkedeki hukuksuzlukları eleştirmekten ibaret olduğunu, paylaşımın yürütmekte olduğu kamu göreviyle ilgisinin bulunmadığını, yapılan müdahale nedeniyle hükûmeti veya hükûmet politikalarını eleştirme olanağının ortadan kalktığını ve yargılama esnasında ileri sürdüğü iddiaların dikkate alınmadığını belirterek ifade özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, somut başvuruda başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat hükümleri ile yargı içtihatlarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü iddiaları yinelemiştir.
- Değerlendirme
- Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması, ...kamu düzeni, ...başkalarının ...haklarının... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir...
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
- Kabul Edilebilirlik Yönünden
- Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
- Esas Yönünden
- Müdahalenin Varlığı
- Başvurucunun sosyal medya paylaşımıyla hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunması nedeniyle kınama cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olduğu değerlendirilmiştir.
- Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
- Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine... ilkesine aykırı olamaz."
- Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
- 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendininkanunla sınırlamaölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır. Öte yandan müdahalenin kamu hizmetlerinin yeknesak, ayrımsız ve etkin sunulmasında yaşamsal olarak kabul edilen devlet memurunun itibar ve güveninin sağlanmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kamu düzeninin korunması meşru amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Geriye müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesi kalmaktadır. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Bu itibarla müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğu yönünden inceleme yapılacaktır.
- Somut olayda sosyal medya hesabından "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi"ni (bkz. §§ 6, 7) paylaşan başvurucunun hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarstığı kabul edilerek kınama disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir (bkz. § 9). Yargılama neticesinde başvurucunun terör örgütüne karşı yürütülen mücadeleye ilişkin olarak kullandığı ifadelerin tabi olduğu sadakat ve tarafsızlık yükümlülüklerine aykırı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Anılan karar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir (bkz. § 10).
- Anayasa MahkemesiZübeyde Füsun Üstel ve diğerleribaşvurusunda bahse konu bildirinin imzacısı akademisyenler hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan uygulanan adli ceza şeklindeki müdahaleleri incelemiştir. Anayasa Mahkemesi anılan kararda, akademisyen olan başvurucuların uzmanlık alanları dışında olsa dahi herhangi bir vatandaş gibi en kritik ve hassas politik meselelerdeki en güçlü görüşlere bile karşı çıkabileceklerini ve diğer kişilerin görüşlerine kıyasla oluşacak etkinin toplum ve ülke için hayati derecede önemli olduğunu vurgulamıştır. Nihayetinde bildirinin terör örgütü propagandası olarak kabul edilebilmesi için gerekli olan şartları (övme, destekleme, yüceltme, şiddete yol açma potansiyeli vb.) taşımadığı kanaatine varan Anayasa Mahkemesi başvurucuların hürriyeti bağlayıcı cezalar ile cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.
- Açıktır ki Anayasa Mahkemesi bahse konu kararında, kamu görevlisi başvurucuların öğretim görevlisi kimliklerini önceleyerek bildiriyi akademik özgürlükler çerçevesinde ele almıştır. Somut olayda ise aynı bildiri, akademisyen olmayan devlet memuru bir öğretmen tarafından paylaşılmıştır. Dolayısıyla eldeki başvurunun başvurucunun anayasal ve yasal konumu yönüyleZübeyde Füsun Üstel ve diğerlerikararından ayrıldığı anlaşıldığından somut olayın akademik özgürlükler ışığında irdelenmesi mümkün değildir (öğretim görevlilerinin hukuki konumlarına ilişkin geniş değerlendirmeler için bkz. Deniz Pelin Dinçer Akan ve diğerleri, B. No: 2017/30653, 29/6/2022; benzer değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2017/33, K.2019/20, 10/04/2019, §§ 24, 29)
- Diğer yandan bahsi geçenZübeyde Füsun Üstel ve diğerlerikararında terör örgütünün propagandasını yapma suçunu işlediklerinden bahisle akademisyenlerin hürriyeti bağlayıcı cezalar ile cezalandırılmaları hususu incelenmiştir. Somut olaya konu müdahale ise ilgili başvurudan farklı olarak devlet memurunun sadakat ve tarafsızlık yükümlülüklerine aykırı davranması nedeniyle verilen idari bir disiplin cezasına ilişkindir. Düşünce açıklamaları nedeniyle kamu görevlilerinin ifade özgürlüklerine disiplin cezası verilmesi suretiyle yapılan müdahalelerin değerlendirilmesinde Anayasa Mahkemesinin ortaya koyduğu ve ilgili makamlarca uygulanmasını beklediği ilkeler kamu görevlilerinin tabi olduğu statü hukuku çerçevesinde belirlenmiştir. Dolayısıyla Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri kararında ulaşılan sonucun statü hukuku dışında ve adli yönden yapılan bir müdahaleye ilişkin olduğu gözetilmelidir (kamu görevlisinin hizmet dışı eylemlerine ilişkin ilkeler için bkz. Deniz Çelebi, B. No: 2018/22063, 2/11/2022, § 37; Remzi Önel, B. No: 2018/7606, 3/11/2022, § 28; Serdar Topal, B. No: 2018/23179, 16/11/2022, § 30).
- Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında altını çizdiği gibi kamu görevlisi olmak, sağladığı birtakım ayrıcalıklar ve avantajların yanında bazı külfet ve sorumluluklara katlanmayı ve diğer kişilerin tabi olmadığı sınırlamalara tabi olmayı gerektirmektedir. Kişi kamu görevine kendi isteği ile girerek bu statünün gerektirdiği ayrıcalıklardan yararlanmayı ve külfetlere katlanmayı kabul etmiş sayılır. Kamu hizmetinin kendine has özellikleri bu avantaj ve sınırlamaları zorunlu kılmaktadır (İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 38;Elif Güneysu, B. No: 2017/31733, 7/10/2021, § 42;Cem Özaydın, B. No: 2017/26800, 13/1/2022, § 36; Hatice Deniz Aktaş ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, B. No: 2019/18481, 23/11/2022, § 35).
- Bununla birlikte kamu görevlileri yalnızca çalışma yaşamında değil çalışma düzeninin dışındaki özel yaşam alanlarında da bazı sınırlamalara tabidir (Yasin Agin ve diğerleri[GK], B. No: 2017/32534, 21/1/2021, § 63). Bu sınırlamaların temelini ise kamu görevlileri açısından geçerli olan Anayasa’ya sadakat ile devlete bağlılık ve tarafsızlık ödevleri oluşturur. Bu kapsamda Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurların ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülüklerinin olduğu belirtilmiştir. Söz konusu hükmün arkasında ise devletin kamu görevlilerinden özel bir güven ve sadakat bağlılığı ile kamu görevini yerine getirmelerini talep etme hususunda sahip olduğu meşru bir çıkarı bulunduğu düşüncesi yer almaktadır.(Şah İsmail Harmancı, B. No: 2018/15359, 17/11/2021, § 39).
- Somut olaya konu bildiride esas olarak ilgili tarihlerde sürmekte olan çatışmaların sona erdirilmesi talebinin baskın olduğu görülmüştür (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri,§ 127). Ancak devlet memurları söz konusu olduğunda görüşlerin -nihai hedefinden bağımsız olarak- dengeli ve siyaseten yansız olarak açıklanıp açıklanmadığı, kişisel tavırlar sergilenip sergilenmediği, tarafsızlıklarının güvence altında olup olmadığı hususlarının ifade özgürlüğü incelemesinde değerlendirileceği de hatırlanmalıdır (Hasan Güngör, B. No: 2013/6152, 24/2/2016, § 49;Ömer Yalçın, B. No: 2017/30798, 29/9/2020, § 26; Zeki Çınar, B. No: 2016/3585, 12/6/2019, § 34). Bu bağlamda bir kamu görevlisi olan başvurucudan devletin terörle mücadele politikalarını eleştirirken daha dikkatli bir dil kullanması ve titiz davranması beklenir (Elif Güneysu, § 57).
- Başvurucunun paylaştığı bildiride, yürütülmekte olan operasyonlar kasıtlı ve planlı bir "kıyım" olarak tanımlanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin operasyon bölgelerindeki vatandaşlarını sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm ettiği ve yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırdığı belirtilmiştir. Bunun yanında bildirinin takip eden kısımlarında devletin söz konusu operasyonlarda ırk temelli (Kürt halkı ve bölge halkları) bir politika izleyerekkatliamyaptığı ve ilgili grupları bilinçli olarak sürgün ettiği de ileri sürülmüştür (bkz. § 7). Buna göre paylaşıma konu bildiride, on aya yakın bir süre ülkenin on bir şehrinde özerklik adı altında güvenlik güçlerine yönelik ateşli silahların ve patlayıcıların kullanıldığı, terör örgütünün binlerce silahlı üyesinin etkisiz hâle getirildiği, yüzlerce güvenlik görevlisinin şehit olduğu, yüzü aşkın sivilin öldüğü, çok sayıda kişinin yaralandığı ve yüz binlerce insanın yaşadığı bölgeleri uzun süre terk etmek zorunda kaldığı terör eylemlerine karşı yürütülen güvenlik operasyonlarının devlet eliyle ve kasıtlı olarak operasyon bölgelerindeki sivillerin öldürülmesi olarak nitelendirildiği anlaşılmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Hatice Deniz Aktaş ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, §§ 39, 40).
- Başvurucunun bir öğretmen olarak yürüttüğü hizmetin yöneldiği kesim olan çocuklar üzerinde gerek geleceklerinin şekillendirilmesi gerekse sağlıklı bir kişilik edinmeleri noktasında önemli bir rolünün olduğu da kuşkusuzdur. Ülkemizde öğretmenlik mesleği toplum nezdinde diğer kamu görevlerinden farklı bir konumdadır. Bu bağlamda öğretmen yalnızca okul içinde çalışan bir kamu görevlisi olmanın ötesinde toplumu iyiye ve doğruya ulaştırma yolunda eylem ve söylemleri ile emsal teşkil eden ideal bireyi sembolize etmektedir. Bundan dolayı öğretmenler tarafından toplumsal meselelere ilişkin olarak yapılan ifade açıklamalarının herhangi bir vatandaş veya kamu görevlisine kıyasla toplumda daha fazla karşılık bulduğu unutulmamalıdır (Elif Güneysu, § 54;Cem Özaydın, B. No: 2017/26800, 13/1/2022, § 42). Bununla birlikte öğretmenin tabi olduğu ödev ve yükümlülüklerin okulla sınırlı olmadığı, öğretmenin bir otorite figürü olmasından hareketle meslek hayatında tabi olduğu ödev ve yükümlülükleri belirli bir dereceye kadar okul dışında da devam ettirmesinin gerekli olduğu değerlendirilmiştir (Cem Özaydın, § 43;Mahi/Belçika, § 32).
- Elbette bir kamu görevlisi olarak öğretmenin de herkes gibi bir olaya ilişkin herhangi bir düşünceye sahip olması ve onu paylaşması ifade özgürlüğü kapsamında mümkündür. Ancak somut olayda görevi gereği eğitim ve öğretime ilişkin kamu hizmetinden sorumlu olan başvurucu, ülkenin belirli bir bölgesinde uzun süre devam eden vahim şiddet olaylarını yalnızcatek bir perspektiften, tereddüt barındırmayan, katı ve kesinlikle suçlayıcıbir şekilde ele alan bildiriyi takipçileri ile paylaşmıştır. İdare ise başvurucunun yürütülen güvenlik operasyonlarını devlet eliyle ve kasıtlı olarak operasyon bölgelerindeki sivillerin öldürülmesi olarak nitelendiren bir bildiriyi paylaşmasını, bir kamu görevlisi olarak kendisinden beklenen özel bir güven ve tarafsızlık yükümlülüğüne aykırı bulmuştur. Gerçekten de başvurucunun herkesin erişimine açık bir hesaptan paylaştığı bildirinin içeriği dikkate alındığında paylaşımın spontane bir tepkinin sonucu olmadığı ve beraberinde birtakım riskleri getirdiği söylenebilir. Dolayısıyla başvurucunun paylaşımıyla -öğretmenlik mesleğinin etki alanı değerlendirildiğinde- başta öğrencileri olmak üzere ondan nesnel davranma beklentisi olan diğer kişilere tek yanlı, uygunsuz ve şiddetli etkiler yaratmaya elverişli fikirleri aşılama tehlikesi yarattığı kabul edilmelidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Hatice Deniz Aktaş ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, § 42).
- Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında Anayasa Mahkemesi, başvurucunun hizmet dışında gerçekleştirdiği eylemiyle tabi olduğu devlet memurluğu statüsünün sağladığı itibar ve güvene aykırı davranarak kamu görevlisinin hakkında disiplin cezasına hükmedilmesini gerektirecek davranışlardan kaçınma yükümlülüğünün gereklerini yerine getirmediği, bu itibarla uygulanan disiplin cezasının zorunlu bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiği sonucuna ulaşmıştır (kamu görevlisine duyulan güven ve itibara ilişkin değerlendirmeler için bkz.Remzi Önel, § 25; disiplini etkileyen davranışlardan kaçınma yükümlülüğüne ilişkin olarak bkz.Yasin Agin ve diğerleri, § 63; Şah İsmail Harmancı, § 38; disiplin hukukunun amaçları için bkz. Ayfer Altuntaş ve İkbal Ünzile Gürsoy, § 53).
- Hiç şüphesiz disiplin cezaları memurların kariyerleri üzerinde bir tesir bıraktığı gibi kanunlarda yazılı hâllerde memur statüsünün sona ermesine de neden olabilir. Somut olayda ise başvurucunun eyleminin niteliği gözetildiğinde görece hafif bir disiplin cezası olan kınama cezası ile cezalandırıldığı anlaşıldığından müdahalenin orantısız olmadığı değerlendirilmiştir.
- Açıklanan gerekçelerle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu ve Anayasa'nın 26. maddesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
- HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
- İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
- Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
- Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
- Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/3/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Benzer Haberler
Hasan Yücel’in Genel Müdürü olduğu TÜMAD madencilik üç ödülü birden aldı
Sağlık Bakanlığı 13 uzman yardımcısı alacak
İşçinin hangi miktardaki devamsızlığı halinde iş akdi tazminatsız fesih edilebilir?
ALES/3 sınav sonuçları açıklandı
TÜİK’in formülüyle asgari ücret 50 bin 129 TL’ye ulaşıyor
Taşeron işçi komisyonda asgari ücret ile nasıl geçinemediğini anlatacak?
Resmi Gazete'de bugün (06.12.2024)
Çiftçi ve esnafa destekler devam edecek! Bakanlık iddialara yanıt verdi